Hacettepe Üniversitesi Antropoloji Bölümü (HUMAN-G Laboratuvarı), ODTÜ Biyolojik Bilimler Bölümü ve Lozan Üniversitesinden araştırmacılar tarafından yürütülen yeni bir çalışma, 26 Haziran 2025 tarihinde Science dergisinde yayımlandı.
Tarımın Anadolu’dan çevre bölgelere çiftçilerin göç etmesiyle mi yoksa bölgedeki avcı ve toplayıcıların komşularının yaşam biçimini benimsemesiyle mi yayıldığı sorusuna ışık tutan bu çalışma, kültürel değişimlerin yalnızca göçle değil, fikirlerin yayılmasıyla da gerçekleştiğini ortaya koyuyor.
Bu büyük kültürel dönüşümün bölgeye ve döneme bağlı olarak her iki yolla da gerçekleştiğini ortaya koyan çalışmanın birinci yazarı Dilek Koptekin konuyu şöyle açıkladı: “Batı Anadolu’nun bazı bölgelerinde köy yaşamına geçişin yaklaşık 10 bin yıl öncesine dayandığını görüyoruz. Ancak aynı zamanda binlerce yıl boyunca devam eden bir genetik süreklilik de gözlemliyoruz. Bu durum kültürel bir geçişin yaşandığını fakat toplulukların büyük ölçeklerde göç etmediğini ve genetik açıdan karışmadığını gösteriyor.”
Neolitik hikâyenin eksik bölümü
Üniversitemiz Antropoloji Bölümü Dr. Öğretim Üyesi Füsun Özer bu yeni çalışmaya ilişkin şu bilgileri paylaştı:
Önceki araştırmalar, MÖ 6000 sonrasında Anadolu’dan Avrupa’ya yayılan çiftçilerin göçleriyle tarımın nasıl yerleştiğini ortaya koymuştu. Ancak bu kırılmadan önce Anadolu’da neler yaşandığı belirsizdi. Koptekin bu konuda "Bu çalışma bizi, şimdiye dek hakkında tahminler yürütülen olayların gerçekleştiği zamanlara götürüyor" diyor.
Araştırmacılar, Batı Anadolu’da bulunan 9 bin yıllık bir bireyin genomunun sıralanması ve 29 yeni paleogenom ile önceki verilerin birleştirilmesiyle bölgede 7 bin yıl süren genetik süreklilik tespit etti.
Lozan Üniversitesi’nden Anna-Sapfo Malaspinas şöyle diyor: “Bu insanlar büyük ölçüde yerel kökenliydi; ataları yakın geçmişte başka yerden gelmemişti. Buna karşın kültürleri hızla gelişti: mağaralardan evlere geçtiler, yeni aletler ve ritüeller benimsediler. Bu, Neolitik uygulamaların nüfus değişimiyle değil kültürel etkileşimle benimsendiğine işaret ediyor.”
Peki bu nasıl oldu? ODTÜ’den Mehmet Somel’e göre cevap ‘arka plan hareketliliği’. Somel, “Farklı bölgeler arasında, takas, eş arayışı gibi sebeplerle, düşük düzeyde de olsa insan dolaşımı fikirlerin ve maddi kültürün paylaşılmasına zemin hazırladı” diyor.
Fikirlerin insanlardan daha uzağa ulaşması
Ekip, göç hareketleri ile fikir ve pratiklerin dolaşımını derinlemesine incelemek için antik DNA ve arkeolojik verileri birleştiren yenilikçi bir yöntem kullandı. Yüzlerce makale tarandı; seramikler, aletler ve mimari kalıntılar nicel olarak sınıflandırılarak aynı bölgelerde gömülü bireylerin genetik profilleri ile buluntular sistematik biçimde karşılaştırıldı.
ODTÜ’den Çiğdem Atakuman bunu “Arkeolojik veriye nicel değerler atayarak büyük miktarda veriyi ilk kez doğrudan karşılaştırabildik.” sözleriyle anlatıyor. Bu bulgular, yeni nesnelerin illa yeni bir toplulukla geldiği varsayımını sorgulatırken arkeologların “Çömleğin varlığı insanın varlığı demek değildir” deyişini doğruluyor.
Değişen bir mozaik
Anadolu’da MÖ 7000 civarında yaşanan insan hareketliliğiyle yeni gruplar farklı genlerle bazı pratikleri de getirerek bölgelere yerleşti. Ege’deki bir göç dalgası, Avrupa’ya yayılacak kültürel unsurların ortaya çıkmasına yol açtı.
Füsun Özer paylaştığı bilgilere şu sözleriyle devam etti:
"Bu göçler 'arka plan hareketliliği'ne kıyasla toplam hareketliliğin küçük bir kısmını oluşturuyor. Neolitik dönem; kültürel benimseme, hareketlilik ve zaman zaman göçlerin birleştiği bir dönüşümler mozaiği olarak görülmeli” dedi. Dilek Koptekin de “Değişim için her zaman bir kriz ya da büyük göç gerekmez.”
Çalışmanın, büyük ölçüde Türkiye merkezli araştırmacılar tarafınca kavramsallaştırılması, ilgili coğrafyalarda yürütülen bilimsel çalışmaların önemini de ortaya koydu.
Anna-Sapfo Malaspinas, bu iş birliğinin yeterince temsil edilmeyen toplulukları nasıl güçlendirdiğini ve daha kapsayıcı, dengeli bir araştırma ortamı için nasıl ilerlenebileceğini gösterdiğini vurguladı.
Bu çalışmada ilk kez uygulanan, genetik ve arkeolojik verilerin büyük ölçekli entegrasyonunun, insanlık tarihine dair çok katmanlı gerçekliklerin incelenmesine olanak sağladığı ve tarih öncesi araştırmalar için bir dönüm noktası oluşturduğu belirtildi.
Makaleye ve detaylara aşağıdaki linkten ulaşılabilir.